HAZAL ALTINTAŞ
Amerika’da Feminist Tiyatro
Özet
Kadın, yaşam alanının her noktasında, ataerkil
düşüncenin getirdiği toplumsal ayrımcılığa maruz bırakılarak, yaşamın bastırılmış
unsuru haline geldi. Eril baskının, kendi otoriter kimliği üzerinden kadını ikinci
plana ittiği bu baskıcı tutum; zayıf, muhtaç, kurban ve hükmedilen imgesi ile kadını
değersizleştirdi. Fakat zaman içinde yaşanan değişimler ve bununla beraber ilerleyen
yenilikler, kadını; kendi kimliğini bulma ve yeni bir bilinçlenmeye sürükledi.
Her ölçekte geri plana itilen kadın bu sefer kendi taşlarını istediği doğrultuda oynatacak ve eril yapının tanımladığı bir çok alanı yeniden gözden geçirerek inşa edecekti. Ataerkil zihniyetin, kendi üzerinden tanımlamalarını yaptığı çerçeveyi, toplumsal cinsiyetin ayrışmacı yapılarını sarsıp, kendi kimliğini oluşturarak kadın bilinci üzerinden biçim verecektir. Bu çerçevede oluşan feminist eleştiri; kadının ikinci plana itildiği her bir alanı eleştirel bir gözle yeniden okuyacak, yorumlayacak ve yeni bir eleştiri getirecektir.
Her ölçekte geri plana itilen kadın bu sefer kendi taşlarını istediği doğrultuda oynatacak ve eril yapının tanımladığı bir çok alanı yeniden gözden geçirerek inşa edecekti. Ataerkil zihniyetin, kendi üzerinden tanımlamalarını yaptığı çerçeveyi, toplumsal cinsiyetin ayrışmacı yapılarını sarsıp, kendi kimliğini oluşturarak kadın bilinci üzerinden biçim verecektir. Bu çerçevede oluşan feminist eleştiri; kadının ikinci plana itildiği her bir alanı eleştirel bir gözle yeniden okuyacak, yorumlayacak ve yeni bir eleştiri getirecektir.
Anahtar kelimeler: Tiyatro, sanat,
feminizm, ataerkillik
Feminist
Theater
Abstract
Woman
has been exposed to social discrimination brought by patriarchal thought at
every point of life space and became a pent-up factor of life. This repressive
attitude, masculine pressure of it pushes women into the background over the
own authoritarian identification trivialized the woman with a weak, needy, sufferer
and dominated image. However, changes occur in time and innovations
proceed together with it pull woman to find her own identification and a new
awareness. Woman, pushed into the background in every point will do what she
wants and rebuild many areas identified by masculine structure. Woman will demolish
the frame created by the patriarchal mentality
and discriminatory structures of gender and create her own identification and
form it by woman’s
awareness. Feminist criticism occurs within this scope will read, interpret
each area, which women pushed into the background with a critical approach once
more and make a new criticism about it.
Keywords:
Theater, art, feminism, patriarchy
Giriş
‘‘RAB Tanrı kadına, ‘‘Çocuk doğururken
sana çok acı çektireceğim’’ dedi, ‘‘Ağrı çekerek doğum yapacaksın.
Kocana istek duyacaksın, seni o yönetecek.’’ RAB Tanrı Adem’e ‘‘Karının sözünü dinlediğin ve sana,
meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetlendi’’ dedi. (Kutsal Kitap, 2007, s. 4) diye
anlatılır Tevrat’ın yaratılış bölümünde. Böylelikle kadın erkeği baştan çıkaran,
onu günaha sürükleyen, yıllarca üzerine yapışacak olan şeytani damga ile yaşamaya
gebe bırakılmıştır. Bu durum yani gerek ibrahimi dinler gerek çoğu mitolojik hikâyede olsun farklı varyasyonlarla
kadını aşağılayan biçimde
anlatılır. Türk Dil Kurumunda kadın sözcüğünün anlamı: 1- Erişkin dişi insan,
hatun, hatun kişi, zen 2- Analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri,
becerileri olan 3- Hizmetçi bayan, bayan ( tdk.gov.tr , 2016) olarak açıklanmıştır. Görüldüğü
üzere kadın yalnızca erkeğin çatısı altında çizilen
‘‘ev, anne, hizmetçi’’ anlamlandırmaları ile içi
boşaltılmaya çalışılan, toplumun yani erkek gücünün
tanımlandırmalarına bırakılan, eril çıkarlar doğrultusunda her yöne çekilebilen
bir varlık haline gelmiştir. ‘‘Kadın olmak’’, der Kierkegaard, ‘‘öyle tuhaf, öyle karışık, öyle karmaşık
bir şeydir ki, hiçbir yüklem (predicat) kadını ifade
etmeye yetmez; kullanılabilecek çeşitli yüklemler de birbiriyle öyle çelişeceklerdir
ki, bu çelişkileri yalnızca bir kadın taşıyabilir’’ ( Direk, 2009, s. 23) Kadın toplumda adım atarken eril gücün
(ataerkil) hâkimiyeti içinde, taraflı bir şekilde tarif
edilir. Kendi varlığını bildiği halde kendini var etmek için
toplumun üzerinden asla kendini tanımlayamaz. Çünkü bu çabalar
erkek hegemonyasının gölgesinde kalır. Bu durumda kadının ne bilinçlenmesine
nede erkek- kadın eşitliliğine izin verilir. Kadın eril hegemonyanın maruz bıraktığı
baskı sonucu asla özne haline gelemeyecek nesne halini alır. Bu toplumsal
cinsiyet durumu kadını mutlak ötekiliğe iterek kendi kimliğini yok saymasına
neden olur. ‘‘Ataerkil sistem dendiğinde, yalnızca kadın emeğinin değil, aynı zamanda kadın cinselliğinin, bedeninin ve doğurganlığının denetlendiği bir
toplumsal sistem kastedilmektedir.’’ ( Berktay, 2013, s. 3) Bu ataerkil
denetleme erkeğin kendi çıkarlarını korumak, otorite yaratma üzerine kurduğu
muhafazakâr bir sistemdir. Kadın her bakımdan sömürülerek dışlanır. Maruz bırakıldıkları
bu sistemde kendilerini ifade etmek, varlıklarını kanıtlamak için sancı çekerler. Çünkü kadın ataerkil sistemde
düşünen, konuşan, kutsal olanı kadın bilincinde anlamlandırabilecek varlıklar
olarak konumlandırılmaz. Ataerkil
sistemde kadın ya ‘‘anne’’ ya da ‘‘fahişe’’ olarak ele alınır.
İlk kadın yazar olarak bilinen ‘Christine de Pizan’ kadın haklarını savunan
‘Kadınlar Kenti’ kitabında “Hiçbir günah kadınınki kadar büyük değildir
diyorlar ama, kadınlar adam öldürmezler, kentleri yakıp yıkmazlar, halkı ezmezler, toprakları yağmalamazlar,
kundakçılık yapmazlar, sahte söz sözleşmezler
düzenlemezler. Kadınlar şefkatli, nazik, yardımsever, alçakgönüllü,
sağ duyulu varlıklardır.” ( Berktay, 2013, s. 4) diyerek ataerkil
sistemin kadını konumlandırmasının tersine kadın bilincini açığa çıkarmaya çalışır.
Ataerkil sistem kadını anne (evdeki melek) olarak görmesi ise ‘‘Mary
Wollstonecraft’a göre var olan toplumda kadınların ‘‘duygusallıkları’’ ve ‘‘zayıflıkları’’
körüklenip ‘‘kadınlığın’’ , narinlik, edilgenlik ve bağımlılık
ile özdeşleştirilmesi onları aşağı konumda tutma ve ev içine
hapsetmeye yarar.’’ (Berktay, 2013, s. 4)
Kadınların ataerkil sistemin hegemonyasından
yavaş yavaş kurtulma adımları ve farkında
olmadan bir bilinçlenme durumu 17. yüzyılın başlarında
insan haklarının desteği ile gelişen kadınlara tanınan eğitim
olanaklarının gelişmesi ile başlar. ‘‘kadınlar, annelik işlevleri dolayısıyla görevleri
olan, çocukları daha iyi eğitebilmenin
yolunun kadınların kendilerini eğitmekten geçtiğini dile getiriyorlardı.’’ ( Berktay, 2013, s. 4) Kadınlara tanınan eğitim hakkı bilinçli
bir şekilde olmasada kadınlarda yeni bir farkındalık yarattı. Genel hatları çizilmemiş
bir şekilde Feminizmin şekil almaya başladığı dönem ise; 18. yüzyılın sonları 19. yüzyılın başları itibariyle sanayileşme
ve modernleşme ile birlikte gelen yenilikler sayesinde olur. ‘‘Feminist
bilincin gelişimi açısından merkezi önemde bir aşama, kadınların
ekonomik bağımsızlık içinde yaşamalarına olanak sağlayan
toplumsal ve ekonomik değişimlerin gerçekleşmesiydi. […] Böylelikle,
feminist bilincin gelişmesinin ön koşullarından biri olan, kadınların salt doğurganlık
ve annelik nitelikleriyle tanımlanmamalarını mümkün kılacak biçimde
evlilik dışında ekonomik bir alternatife sahip olmaları gerçekleşti.’’ ( Berktay, 2013, s. 5)
Feminizmin tam olarak tanımı yapılacak bir
hareket olarak görülmesi ve feminist bilincin oturduğu dönem ise; feminizmin
birinci dalgası olarak adlandırılan hareket ile başlamıştır. Birinci dalga
feminist hareket, 19.yüzyılın sonlarına doğru ilk olarak kadınların erkeklerin
karşısında politik anlamda eşit haklara sahip olma, eşit ücret ve üniversiteye
gitme hakkı üzerinden gelişmiştir. ‘‘Birinci Dalga Feminizm, ‘erkeklerle eşit
haklara sahip olma’ çerçevesine odaklanınca, doğal olarak
temel kriter ‘erkeğe özgü olan’ ya da ‘erkeğin yapabildiği’ olmuştur. Böyle
olunca ölçütler ve hedef de verili kurguya odaklanma şeklinde oldu, onu sorgulamak
ve dönüştürmek şeklinde değil. Ölçüt, ‘tıpkı erkekler gibi’ olunca, yani açıkça
erkeğe öykünme biçiminde olunca genel olarak sorular,
sorgulamalar da kısır bir döngüye girdi.’’ (Belkıs, 2015, s. 32) Fakat bu durum
1960’larda başlayıp 1970’lerin son yıllarına kadar devam eden İkinci Dalga
Feminizm ile feminizm gerçek kimliğine kavuşmuş olur. ‘‘1960’lara
kadar düşünülmüş, davranılmış, planlanmış, tasarlanmış, kurgulanmış, söylenmiş,
öngörülmüş, yazılmış, okunmuş, yönetilmiş, itaat edilmiş, tabulaştırılmış,
itiraz edilmiş, tartışılmış, uygulanmış, kararlaştırılmış, vs… vs… her şeye karşı çıkan, değişmesi ve dönüşmesi gerektiğini yüksek
sesle söyleyen bir mücadele alanıdır.’’ (Belkıs, 2015, s. 32) Yani Birinci
Dalga Feminizm ‘‘Teori’’ ise İkinci Dalga Feminizm Feminist eleştirinin
‘‘Pratik’’ alanıdır. Bu durumda Birinci Dalga
Feminiz kadınların erkekler önünde eşit görülmesi, İkinci Dalga Feminizm ise alınan
bu hakların yaşam pratiğine geçirilmesidir. Bu pratik alanın amacı ‘‘Verili
araç ve ekonomik ya da toplumsal her türlü üretim ilişkisini yeniden değerlendirme,
irdeleme, tam bir eşitlik anlayışı ile yeniden konunlandırma meselesisidir’’ (Belkıs, 2015, s. 30) Kısacası feminizm ‘‘kadınların sırf kadın
oldukları için , yani cinsiyetleri nedeniyle maruz
kaldıkları baskı ve direnişin örgütlenmesini ifade eder ve bu mücadeleyi
toplumun maddi koşullarından zihinsel kalıplarına dek uzanan geniş bir
yelpazeye yayar’’ (Berktay, 2013, s. 3)
Feminizm ve Sanat
Feminizm, feminist eleştiri kurallarını ortaya
koyduktan sonra yani şekil aldıktan sonra, erkeğin bakış açısı ile yazdığı,
ortaya koyduğu herşeyi eleştirel gözle ele alarak bu yazımı değiştirme yoluna
giderek kendine yeni okumalar yaratır. Feminizm, erkeğin tarihsel anlamda kadını
sıkıştırdığı çerçeveyi
ele alıp, yeni okumalarla, aslolan anlamını geri vermeye çalışır.
Feminist eleştiri bu yapıları bozguna uğratarak yeniden okumalar, toplumsal
cinsiyetin tanımlamasını yeniden yaparak, kadını erkek ile eşit bir seviyeye taşımayı
hedefler. Çoğu insan tarafından yanlış algılanan feminist düşüncenin amacı, kadınları
erkeklerin yerine geçirerek ters bir cinsiyet altında her şeyi
yönetmek diye bilinir. Oysa Feminist düşünce
erkeği özne/üretici kadını nesne/bakılan
olarak gören eşitliksiz, ötekileştirici, ayrımcı,
eril yapıyı neden ve sonuçlarını tespit ederek yeniden düşünüp
tartışmaya açar. Bu bağlamda feminist eleştiri ile
hukuk, politika, ekonomi, tıp, sanat ve daha bir çok disiplini irdeleyerek yeni anlamlar
üretir. Özellikle 1960’lı yıllardan sonra bir çok disiplin yeniden okumalar ve
sorgulamalarla ezberleri sarsarlar. Bu ezberleri bozan alanların başında feminist eleştirinin sık sık kullandığı herşeyden önce pratik alanı dilediği
gibi kullanmasına olanak sağlayan ‘‘Sanat’’ alanı vardır. ‘‘Sanat tarihinin
feminist bakış açısıyla sorgulanması 1971’de Linda Nochlin’in ‘‘Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?’’ başlıklı makalesiyle başlar.’’ (Peterson, Mathews, 2014, s. 14) Nochlin’in bu sorusu sanat tarihi geçmişine feminist eleştiri ile bakarak sanat eserlerini yeniden yorumlanmasına
ve yeniden ortaya konulmasına ön ayak olur. Nochlin için
büyük kadın sanatçı olmamasının sebebi kişisel yoksunluk değildir. ‘‘Hiç büyük
kadın sanatçı olmamasının bireysel bir dehadan veya onun eksikliğinden kaynaklanmadığını,
toplumsal kurumların niteliğine, bu kurumların belli sınıflarda veya gruplarda neyi yasaklayıp
neyi desteklediğine bağlı […] ‘’ (Belkıs, 2015, s.40) cevabı Nochlin’in sanat tarihini eril hegemonyanın belirlediğini görüşünü
içerir. Bu durumda feminist eleştirinin
hedef aldığı ise; eril hegemonya ile yazılan sanat tarihini kadın bilincini
ortaya çıkartacak şekilde yeniden ele almaktır. Bu süreç;
kadın bakış açısı ile okunarak ataerkil temeli yerinden sarsacak onun temelini
yerinden ederek bambaşka boyut getirir. Toplumsal cinsiyet kalıplarını reddederek
ilerleyen bu kadın bakış açısı bu alanı bozarak, yıkarak, yeni bir bakış açısı sunarak
ilerler. Toplumun kadına yüklediği anne, eş, kız evlat, fahişe gibi tanımlar
feminist yaklaşım ile kendini sorgulayan çalışmalarla yeni anlamlar kazandırılır.
Sanat tarihini yeniden ele alan okumalar
sanat alanın kendi içindeki her yapıyı incelemesinede neden
olur. Bu yapıların başında feminizmin çok sık kullandığı ve ona pratik yarar
sağlayan ‘‘Tiyatro’’ vardır.
Feminizm ve Tiyatro
Feminist
tiyatro ‘‘ tiyatro tarihinin feminist bir gözle yeniden incelenip yazılması gerektiği
düşüncesiyle yapılan çalışmalardan, kadının sahnede erkek
temsiliyetinden kurtulması ve ikincil olmaktan sıyrılması düşüncelerinden doğmuştur’’ (Belkıs, 2015, s. 20) Feminist tiyatro: kadınların
toplumsal cinsiyetlerinden dolayı maruz bırakıldıkları ötekileştirilmeyi gösteri
sanatları alanında kendi bakışı ile ele alarak bu durumu incelediği bir
platformdur. Bu alan 1960’ların sonlarına doğru feminist eleştirinin temellendirdiği bir yapı ile
batıda şekillenmiştir. Bu alanın arkasında üç temel sacayağı vardır: Deneysel
Tiyatro, Yeni Sol Hareketi ve Kadınların özgürlük mücadelesi. Birinci Dünya Savaşı
ve hemen ardından yaşanan İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan kültürel değişimler
tiyatronun konvansiyonel yapısının kırılmasınada neden olur. İnsanların savaşların
etkisi ile bilindik modellere güveninin kalmaması tiyatrodaki geleneksel yapıyı
kırarak yerini alternatif arayışlara, deneysel çalışmalara bırakmıştır. Tiyatrodaki bu
deneysellik, özgürlük mücadelesi aynı dönemde kalbi atan feminist eleştirininde
dikkatini çekmiş ve feminist tiyatronun oluşmasına
katkı sağlamıştır. Tiyatrodaki eskinin yıkılıp yeninin oluşmasının sağlanması feminist mücadelede de kendi içinde dinamo sağlayarak yeni yapıların
oluşmasına neden olmuştur. Bir diğer önemli nokta Yeni Sol Hareketidir. Yeni
Sol Hareket: alternatif toplum yaratmak girişiminden ziyade gündelik yaşamla
ilgilenir. Yeni Sol bilindik devrimci mücadele, işçi sınıfı, proleter güç ile
yani geleneksel solla ayrılan bir mücadele alanıdır. Artık Sol Hareket kızıl politikalar yerine Yeni Sol
Hareket ile bakışını gündelik yaşam
sorunlarına, etnik kimliğe, toplumsal cinsiyete, cinsel yönelimlere çevirmiştir.
Yeni Sol Harekette kişisel tecrübeler ve güncel meseleler ele alınarak
çözümler üretmeye, böylece insanlar gündelik yaşam sorunlarını çözerek
toplumsal yaşam koşullarında daha iyi arayışlar bulmaya çalışır.
İnsanlar Yeni Sol Hareket ile bireysel sıkıntısının ne olduğunu tespit ederek
toplumsal durumun genel hatlarına daha iyi yaklaşırlar. Feminist Tiyatronun oluşmasını
etkileyen en önemli nokta ise; Kadın Özgürlük Mücadelesi olarak adlandırılan,
Birinci Dalga Kadın Hareketi ve İkinci Dalga Kadın Hareketi diye iki döneme ayrılan
mücadeledir. Kadın Özgürlük Mücadelesi, özellikle İkinci Dalga Kadın Hareketi
olarak adlandırılan dönem ‘‘özel olan politiktir’’ sloganı ile kişisel deneyimlerini kamusal
alana taşıyarak ataerkil baskıya kendi pratik alanından seslenmeye başlar. Eril
baskı unsurlarını, kullanıldığı yerleri, biçimlerini açığa çıkartarak yeni bir dil
yaratmaya çalışır. Bunu yaparkende kendi yaşamından
örneklerle ‘‘özel olan politiktir’’ sloganı ile hareket eder. Kadınlara özgü
dil yaratma, bilinçlenme durumu farklı alanlarda ifade yöntemlerine
başvurduğu gibi yeni ifade yöntemleri arasında tiyatroyu da kullanır ve ‘‘Deneysel Tiyatro’’ , ‘‘Yeni Sol Hareket’’ , ‘‘Kadın Özgürlük Mücadelesi’’ gibi etkiler Feminist Tiyatrosunun oluşmasına önayak olur.
Feminist Tiyatronun kısa girişini yapmanın
ardından, kadının tiyatroda olmadığı dönemden de bahsetmek ve onun ardından
Feminist Tiyatroya kaldığımız yerden devam etmek gerekir. Zira tiyatro tarihini
feminist eleştirel bir gözle inceliyorsak, bu geçmişe bakış; kadının tiyatroda olmadığı
dönemden başlayarak olmalıdır. Tiyatro tarihi Antik Tiyatrodan itibaren anlatıla
geldiğinden, tiyatro tarihine feminist eleştirel bakışla anlamaya çalışmamızın
temelinde ‘‘Antik Tiyatro’’ yatar. Antik Yunanda kadın; oyunun içeriğinde
varken sahnelenen oyunun biçiminde yoktur. Erkeklerin kaleme aldığı
yine erkeklerin oynadığı toplumsal cinsiyet baskısına maruz kalır. Kadını yok
sayan, oyun metinlerinde eril bir bakışla örten, temsilde barındırmayan ve
gizleyen Antik Yunan’da kadın ‘‘aile içindeki önemi giderek arttıkça,
kamusal yaşamdaki rolü giderek azalır, yok olur. Aile, bir toplumsal değer
olarak giderek daha çok önem kazanır ve bireyin kişisel
servetinin yaratılması ve aktarımı için yeni ve yükselen bir değer haline
gelir. Bu değer, erkek için çalışan bir değerdir’’ (Belkıs, 2015, s. 100) kadın için
ise; ötekileştirilerek, yok sayılarak ve mülkiyet aracı haline gelerek değersiz
nesne halini alırlar. Atina: kadının toplumun eril bakışı ile çerçevelendiği
erkeğin ise kendine tanıdığı ayrıcalıklarla kadına sınırlandırmalar koyarak ilerlediği bir yapıdadır. ‘‘Bu, birbirine karşıt olma hali,
yeni mitlerde, mimari yapıda açıkça görülür. […] Case’in aktardığına göre amazonlar güçlü ve
tehlikeliydiler ama doğanın kadın bedenine yüklediği özellikler yüzünden
toplumsal cinsiyet kalıplarına yenildiler. […] ‘‘Acropolis’in yeni mimarisi, yeni Atina şehir merkezi,
amazonların yenilgisini ve Athena’nın yükselişini gösteriyordu.’’ (Belkıs, 2015, s. 103) Çünkü Athena Zeus tarafından yaratılmıştır
yani annesi yoktur ve bakire olarak anılır ve eril mitoloji sayesinde amazonları
yenerek Zeus ve Apollon gücü ile yönetilen Atina şehrinde eril güç ile yükselir.
Aynı dönemde bir başka eril mitoloji; Dionysos’un dişi tanrıçalarda olması gereken doğurganlık
ve cinsellik özelliklerinin erkek bir tanrıda zuhur etmesidir. Bu durumun yansımasını
ve var olanın değişmesini Antik Tiyatro metinlerinin oluşmasında büyük öneme
sahip Dionysos şenliklerindede görürüz. ‘‘Dionysos festivalinin kadın rahipleri
olan kendinden geçmiş şekilde dans eden, esrik ( bu
esriklik çoğunlukla delilik ile eşleştirilmiştir),
doğaya yakın, hatta doğayı herkesten daha iyi anlayan maenadlar ( Dionysos’un
kadın rahipleri Yunan mitolojisinde maenadlar, Roma mitolojisinde Bakkhalar’dır)
yerine, erkek rahipler geçmiştir.’’ (Belkıs, 2015, s. 104) Zaman içinde gelişen şenliklerdeki erkek
cinsel organlarının tasvirleri (fallus) ve Tiyatro metinlerindeki kadın koro
yerine koronun satirler tarafından oynanması, Antik Yunan mitolojisinin ve
metinlerinin eril egemen bir anlatıda olduğunu bize gösterir. Kadının aşağılanmasının
tiyatroda bir başka yansıması ise; Roma döneminde olmuştur. Tiyatroya ayak
basan kadına kötü yaftası tanımlamaları, Roma döneminde tiyatro temsiline çıkan kadının fahişe olarak anılmasına sebep olmuştur. Buradaki sahneye çıkan
kadına yüklenen anlam ilerleyen zamanlardaki kadına yüklenecek anlamları da
beraberinde getirir. Roma tiyatrosunda temsile çıkan kadın, düzgün
olmayan (fahişe) olarak tanımlanır. Roma sahnesine ayak basan kadınların hem
fahişe olarak anılması hem de oyun bitimlerinde para karşılığı cinsel
birliktelikleri ‘‘tiyatrodaki kadın’’ başlığının kötü şöhretini oluşturur.
Tiyatro temsilinde kadının ötekileştirilmesi, her kötülüğün sebebinin kadın
olması, kadının şeytan ile işbirliği içinde olması ve erkeği baştan çıkaran
olarak anılması Ortaçağ Tiyatrosunun adından da anlaşılabileceği
üzere ‘‘karanlık din ortamında’’ da yükselerek devam etmiştir. Kadının
sahne temsilinde, cinselliğini açık bir şekilde ortaya koyacağından ötürü,
kilise tarafından, ahlak sınırlarını aşan bir davranış olarak karar verilip
yasaklanır. Erkek cinselliğinin kadın tarafından kontrol edildiği ve bundan doğan
korku sonucunda kadını etrafına günah saçan pandora olarak tanımlayan ataerkil
zihniyet, kadını tiyatro sahnesinden uzak tutmaya devam eder. Bu yükseliş aynı
şekilde Elizabeth Döneminde de devam eden bir ortaklıktır ve Antik Yunan
tiyatrosunun ardından Elizabeth
döneminde
de kadın, erkekler tarafından eril bir şekilde sahnelenir. Kadının gizlenmesi
Elizabeth döneminde de kadına bakışın değişmediğini, Shakespeare metinlerinde
ki gibi ‘‘fahişe, cadı/büyücü, vamp, bakire/tanrıça olarak
tanımlanabilen fazlasıyla kadın düşmanı bir zihnin ürünü olan doğaüstü güçlere
de sahip kahramansı roller’’ (Belkıs, 2015, s. 98) olarak tanımlandığını gösterir. Kadının
tiyatro sahnesinde yer edinmesi zaman içinde ‘‘İtalya’da ve İspanya’da 16. yüzyılda,
İngiltere’de 17. yüzyılın ikinci yarısında elde edildi’’ (Belkıs, 2015, s. 121) fakat kadına yüklenen anlam nesnel
alandan dışarı adımını atamamıştır. Kadının tiyatro sahnesine çıkması ile kadının
üreten bir konumda olması aynı anlama gelmez. Kadın yine erkek egemen bir zihniyet
ile ortaya koyulan içeriklerde nesnel bir yer tutar ve
erkek zihniyeti bakışından öteye gidemez. Bu durumun yavaş yavaş değişimini ise
Feminist tiyatronun oluşum aşamalarında inceleyelim.
Feminist Tiyatro; bilinçli
bir şekilde yapılmadan önce ona temel oluşturacak aşamalar vesilesi ile şimdiki
anına gelmiştir. İlk önce Feminist bilinç ile yapılmayan ama Feminist tiyatroya
temel oluşturan, birinci yüzyılın başındaki ev içinde yapılan gösterilerden bahsetmek
gerekir. ‘‘Ev İçi Gösteriler’’ diğer bir tanımı ise ‘‘Salon Gösterileri’’ olarak tanımlanan seçkin
kadınların düzenlediği, içinde
bulunduğu ve yalnız kadınlar olacak şekilde ev içi mekânlarda verilen temsillerdir. Ev
içi gösteriler; tek kişilik dans gösterileri,
yeni yazılmış metinlerin okunduğu, yeni yapılmış bestelerin uygulandığı ‘‘tiyatro,
edebiyat, ilahiyatla ilgili sorular, italyan besteciler, tarihsel olaylar ve
karşılaştırmalı siyasal sistemler konuşuluyordu’’ (Case, 2010, s. 85) Bu salon gösterilerini
tertipleyen Natalie Barney, Cosima Wagner, Rahel Varnhagen yalnız kadınların içinde
bulunduğu kişisel bir tiyatro yapıyorlardı fakat bu, Feminist Eleştirel bir
durum bazlı olmadığından yalnız kadınların temelini oluşturduğu bir tiyatro çabasını
ele alıyor ve bundan öteye gidilemiyordu. Yalnız bu çerçeve
1960’lı yılların sonlarına doğru yerini Feminist Tiyatro diyebileceğimiz bir
duruma bıraktı. Feminist tiyatro, feminist teori ve kadın haklarının politik
serpilmesi ile kendi alanını temellendirdi. Feminist tiyatronun bu oluşumu ve
kendi alanını kurması, çalışma çizgilerinide belirledi. ’’ Birincisi, kuramsal ve tarihsel bağlamda geçmişe
yönelik çalışmalar yapar ve tiyatro tarihi
olarak okuduğumuz bütünün içinde yer verilmeyen, unutulan ya da gözden
kaçırılan kadın tiyatrocuları araştırmaya, ortaya çıkarmaya çalışır.
Buna ek olarak kadınların neden tiyatrodan uzak olduğunu ya da tutulduğunu araştırır.
Geçmişte üretilmiş metinlerde, tiyatro biçimlerine
dair cinsiyet ayrımcılığının ne şekilde işlendiğini açıklamayı hedefleyen
analizler yapar. […] Güncel üretimlere de feminist eleştirel
bir açıyla ışık tutarak cinsiyete dayalı ayrımcılığın izlerini değerlendirir, çözümler,
eleştirir. İkinci olarak, feminist ve cinsiyete dayalı ayrımcılığa karşıt bir
yaklaşımla uygulamalar yapar. ‘‘Bunlar, dramatik tiyatro içinde
ortaya konduğu gibi alternatif mekan ve biçimlerde ortaya konulan performansları içerir.’’ (Belkıs, 2015, s. 50-51) Bu performanslara Suzanne Lacy’nin
Mayısta Üç Hafta adlı performasını örnek gösterebiliriz. Los Angeles’ta
halkın içinde düzenlenen gösteri ‘‘Los Angeles’ın Belediye Binası alışveriş merkezindeki
yaklaşık 8 metrelik bir haritaya tecavüz raporları yazıldı. Haritaların çevresindeki
alanda çeşitli performans sanatçıları halka açık
ve özel gösteriler düzenlediler. Lacy, performans alanı kapısının üstündeki bir
çıkıntıya çömelmiş, dört tane çıplak, kana bulanmış kadının yer aldığı bir
final gösterisi hazırladı.İnsanlar galeriye girdikleri zaman […] saldırıyla ilgili bir şiirle karşılaştılar ve tecavüz
deneyimlerini anlatan kadınların ses kaydını dinlediler ’’ (Case, 2010, s. 96) Bir diğer performans ise Carolee
Schneeman’ın İçerideki Sarmal adlı kadın toplumsal cinsiyet baskısını, kendi
bedeni üzerinden, bir kağıdı vajinasında çıkarması ile sonuçlanan
gösterisidir.’’performans, kadın toplumsal
cinsiyetinin ataerkil kurgusunun dışa vurumu olarak’’ (Case, 2010, s. 97) yorumlanır. Feminist grupların ortaya çıkışı
ise; bilinç yükseltme grupları sayesinde olmuştur. 1970’de kurulan ‘Kadın Tiyatrosu Olmak İyidir’ bilinç yükseltme
gruplarından ortaya çıkan tiyatro yapılanmasıdır. Amerika’daki ilk Feminist
Tiyatro gruplarındandır. Oyunlarında bilinç yükseltme gruplarında konuştukları kişisel
deneyimleri sahneye yansıtıyorlardı. Özel olanın tiyatroda kamusal teşhiri
kendi bünyesinde yeni bir anlayış üreterek kendi çizgilerini ortaya koydu. Bir diğer
bilinç yükseltme gruplarından evrilen tiyatro ise; Dağın Eteğinde adlı tiyatro grubudur.
Bu grup var olan metinleri feminist bakış ile yeniden yorumlayıp tekrardan üretilmesini
sağlıyordu. Brecht’ in ‘Kuralla Kural Dışı’ adlı oyunu bu grubun temsillerine örnektir.
Oyun değişmeden aralara gerçek tecavüz kurbanlarının yaşadıkları deneyimleri koyarak yeni bir
anlatım tarzı oluşturulmaya çalışılıyordu. Ve böylece ‘‘Her
feminist politik duruş kendine özgü, belirgin feminist tiyatro yapma ‘geleneği' üretti ’’ (Belkıs, 2015, s. 82) 1970’lere
gelindiğinde ve farklı düşüncelerin tek
bir düşüncenin altında barınamayacağı anlaşıldığında ‘‘Feminizm’’ işleyişini ‘’Feminizmler’’ olarak geliştirdi. Liberal Feminizm,
Sosyalist Feminizm, Radikal Feminizm, Materyalist Feminizm, Lezbiyen Feminizm
olarak çeşitli düşünceler kendilerine yer inşa
ettiler. Bu düşünceler ışığında kendi düşüncelerini ayıran her Feminist görüşünde kendi düşüncesini ortaya, kendi bildiği şekilde
koyan tiyatro grupları oluştu. ‘‘Radikal feminizm’’de kendi içinde
tiyatro yapısı kazanan gruplardan biridir. ‘‘Radikal feminizm, kadınların
ezilmesinin başlıca sebebinin ataerki olduğu inancı üzerine kuruludur. […] ataerki üzerine yaptığı vurgu, başka bir büyük analiz ve pratik
kategorisini doğurmuştur: Ataerkil erkek kültüründen ayrı ve farklı olarak, kadın
kültürü kavramı.’’ (Case, 2006, s. 2) ortaya atılmıştır.
Ve böylece Ataerkil kültüre karşı, kadın bilinci kendine eril hegemonya karşısında
kadın kültürü üstünlüklerini kabul ettirecek yeni bir kültür yaratır. ‘’Hatta
bu kadın kültürünün tarih boyunca varolduğunu: ana tanrıçaların alametlerine
dayanan eski anaerkil toplumlarda ve mezheplerde başlayıp, cadı meclislerinin ve kadın loncalarının
toplantılarında sürdüğünü ve günümüzde de inananlar ve bu kültürü hayata geçirenler
ile hâlâ yaşadığını iddia ederler.’’ (Case, 2006, s. 3) İlk Feminist
tiyatro gruplarından olan Kadın Tiyatrosu Olmak İyidir adlı tiyatro grubu
Radikal Feminist bir topluluktur. Eserlerinde
‘‘Mahrem şeylerin kamusal teşhiri […] seyirci ve oyuncu arasındaki geleneksel ‘’dördüncü duvar’’ı
veya estetik mesafe kavramını kıran yeni bir tür yakınlık yarattı. […] Tümüyle
kadınlardan oluşan bir seyirci topluluğuyla kurulan ilişkinin erkeklerin mevcudiyetinde
kurulan ilişkiden çok
farklı olduğunu keşfettiler. […] gösterilerini bedeninin çeşitli
bölgelerine dokunarak onları ataerkin sömürgeleştirmesinden kurtaran bir kadınla açıyorlardı. […]
kadın vücudunun ataerki tarafından güzellik objesi olarak benimsenmesi […] dev
bir penis bulunan sahne’’ (Case, 2006, s. 4-5) gibi kadını aşağılayan
bütün değerlere karşı durup kadını yüceltici değerleri ortaya koyan temsiller veriyorlardı.
Radikal Feminist tiyatroların kadın kültürü yaratmadaki baş vurduğu en önemli gösteri
konuları ritüellerdir, bunlar: Amazonlar, cadı, büyücü, kadınların adet döngüleri, çocuk doğurma deneyimleri gibi kadını güçlü
kılacak argümanlar barındırır. Kadın doğaya erkekten daha hâkimdir, doğa ve kadın
birbirini tamamladığından asıl gücün kadınlarda olduğu vurgulanır. Sahnede
kullandıkları kadın ritüellerinin ruhani alanı, kadını erkeğin
karşısında ezilen değil ezen konuma sokuyor. Radikal Feminist tiyatro da kendi
içinde kadını bastıran ataerkil kültüre,
kadın geleneğini ortaya çıkartıcı oyunlarla birlikte bilinçlendirme
sağlamaya çalışıyor. Bir başka feminist duruş ve
onun tiyatro yansıması ‘‘Lezbiyen Feminizm’’dir.
Lezbiyen Feminizm kendini erkek-kimlikli bir kadın olarak değerlendirir.
Çünkü öncelikli iletişimleri kadınlarladır. Lezbiyen kişi de cadı gibi hem
ataerkil düşüncenin düşmanlığını hem de dişil gücün görkemini hisseder. ‘‘Lezbiyen,
erkeğin kadına ulaşma hakkı olduğu şeklinde ataerkil varsayıma karşı bir direniş
eylemini hayata geçirmektedir’’ (Case, 2006, s. 14) Lezbiyen tiyatroları seyirci konusunda
kısıtla ve düşük fonlu olduğundan, kalıcılığı uzun süreli olamaz. Tiyatro
temsillerinin konuları: lezbiyen ilişkiler, erkeklerin kadını metalaştırması,
homoseksüel-heteroseksüel iletişim gibi konulardır. Örneğin Geçen Yaz Mavi Balık Koyunda oyununda
lezbiyen tatil köyüne gelen
heteroseksüel bir kadınla, lezbiyen birinin ilişkisini anlatır.
Oyunun sonunda heteroseksüel kadının kendini lezbiyen bir ilişkinin içinde
bulması ile oyun son bulur. Diğer bir feminist duruş ve onun tiyatroya yansıması
‘‘Materyalist Feminist Tiyatro’’dur. ’’Materyalist görüş, kadın deneyimlerinin
erkekler tarafından uygulanan toplumsal cinsiyet baskısı sonucu oluştuğunu […]
Marksizmden esinlenerek, kapitalizmde sınıfın tüm insanların konumunu belirlediğini
öne sürer. Sınıf bilincinin dinamikleri tüm ekonomik, toplumsal ve kültürel
kurumların biçimlendirilişinde merkezi bir rol
oynar.’’ (Case, 2010, s. 125) Materyalist
Feminist görüşlü tiyatro da bu düşüncelerden yola çıkarak sahnelediği oyunlarda
ev içi alanda ücretlendirilmeyen, üreme ve çocuk
yetiştirme emeği sömürülen, piyasadaki erkek işçinin kadın işçiden daha fazla ücret
alması gibi konuları ele alır. Kadınların emeğinin hem cinsel yönden sömürülmesi
hem de mal ya da kar sahiplerinin ekmeğine yağ süren artı değer olarak kullanılması
konuları materyalist feminist tiyatronun işlediği konulardandır. Zirvedeki Kızlar
oyunu kadınların üretim koşulları içindeki baskıyı işliyor. ‘‘Oyunda erkek
karakterler olmadığından sadece kadın deneyimlerine yoğunlaşıyor. Kadınların
toplumsal cinsiyet rolleri ile serbest piyasa arasındaki ilişkiyi konu alıyor.’’ (Case, 2010, s. 129) Bir başka oyun Mutlulukta Uçuyorum
‘‘politik ve ekonomik anlamdaki sömürgecilik ile cinsel doğaya sahip sömürgeciliği
eşleştiriyor’’ (Case, 2010, s. 128) Materyalist
Feminizm ve Radikal Feminizmin duruşundan ortaklaşa çıkan bir diğer hareket ise
Renkli Kadınlar Hareketidir. Renkli Kadınlar 1970’lerin sonlarında beyaz kadınların
düşüncelerini yansıttığı feminist görüş ile şekil aldı. Feminist hareket
beyazların hâkim olduğu, bundan kaynaklı etnik baskı unsuru haline geldiği bir
temsil olmuştur. Renkli kadınlar hem cinsiyetlerinden hem ırklarından hem de sınıf
baskısından kaynaklı mücadele verir. Fakat beyaz kadın renginden dolayı bir
baskı unsuru yaşamaz. Radikal feminist görüş renkli kadınlar için
beyaz kültürün ve etnik toplulukların içinde sıkışıp kalan cinselliklerini açığa
çıkarmasında yardımcı olurken, Materyalist feminist görüş de kapitalizmin
renkli kadınların belli üretim biçimleri
ile eşleştirilmesini ve emek sömürülmesinin önüne geçmeye
çalışır.
ABD’de siyahi kadınlar, renkli kadın
hareketinde öncü olmuştur fakat siyahi kadınlar 1960’larda siyah bağımsızlık
hareketinin onlara sağladığı etnik bilinçlilik kazandıkları halde Feminist
Tiyatro dili oluşturamamışlardır. Siyahların üzerinden yapılan bir çok
eser olduğu halde feminist bir dille siyah kadını tiyatroya taşıyacak ne bir eser ne de hareket vardır. Bir diğer
renkli kadın hareketine konu olan Chıcanalar ise siyahi kadınların tersine
feminist bilinçle tiyatro grupları kurmuş ve kendi
eserlerini vermişlerdir. Chıcana terimi Chıcano teriminin dişil halidir. ABD’de
yaşayan meksika kökenli olarak tanımlanır. Bu terim 1960’ların ortasında
Chicano hareketi tarafından ideolojik olarak kendini tanımlama kavramıdır.
Fakat her ABD-Meksikalı Chıcano terimini kullanmaz. Bu terim çoğunlukla
ABD’ye kaçak yollardan gelmiş, egemen kültürün asimilasyonunu kabul etmeyen, sömürülen Meksika kökenli
vatandaşlar tarafından kullanılır. Chıcanalar (dişil hali) tiyatrolarında en çok egemen kültürün baskı uyguladığı İspanyol
dilini, Meksika mitolojisini, kadının hem kendi Meksika toplumunda hem de
kendini ait hissetmediği yerdeki konumunu sorgular. Sor Juana oyununda ‘‘Meksika’daki
devrimci dönemden geçerek günümüz Chıcanasına kadar kadın sorunlarının tarihsel
bir yelpazesini sunuyordu. Sor Juana’nın bir şiiri icra edilirken bir oyuncu
onun şiirini yazışını canlandırıyordu. Bu sahne tasarımı kendi içinde
provakatifti, çünkü Katolik kilisesinin ataerkil kurumu, kadınlar için
sakıncalı olduğunu düşündüğünden Sor Juana’yı okumaya ve yazmaya devam etmekten
men etmişti.’’ (Case, 2010, s. 151) Chıcanaların
sergilediği Sor Juana oyunu, ataerkin hâkim olduğu kiliseye eleştiriler
sunarak, kilisenin kadını indirdiği yerden kadını olması gerektiği yere çıkarıyordu.
Chıcanalar, siyahi kadınların aksine tiyatroyu feminist bakışı ile kuruyor ve
kendi etnik cemaatlerini hedefe alan alternatif tiyatro yaparak, kendilerine özgü
işler çıkartıyor ve ABD’nin kendine özgü politikalarına ters siyasi pratikleri çekinmeden
söylüyorlardı.
Renkli kadınların bir araya toplayan bir başka
oluşum ise; ‘‘Koalisyon Tiyatrosu’’ dur. Tüm renkli kadınları ilgilendiren,
feminist hareketle ilintili konuları oyunlaştırmak üzere bir araya gelen bir
gruptur. Oyunlarını belirlenmiş kültüre oynamaktansa her çeşit
kadını bünyesinde barındıran ve yalnız kadınlara temsiller veren bir grup
olarak anılır. Oyunlarının konuları yaşanmışlıklardan yola çıkan, renkli kadınlarla ilgili konulardan
ziyade feminist konular üzerinedir. Bir çok farklı kültürü içinde
bulundurur fakat ‘‘Koalisyon Tiyatrosu’nun en önemli özelliği etnik kimlik, ırk
ayırt etmeden, her kesimden kadını bünyesinde barındırıp, yalnız kişisel
deneyimlerden yola çıkarak oynanan oyunlar üzerinde feminist eleştirel bir çerçevede
konuya yaklaşımıdır.
‘‘Grup üyeleri, hikâyelerini derinleştirmek için
kendi kişiliklerinin güçlü ve zayıf yanlarını kullanarak metinleri kişisel,
deneysel bir yaklaşımla ele alıyorlar. Örneğin, The
Lysistrata Numbah’ta (1977), klasik Yunan metnini, barış için
cinsellikten vazgeçen metindeki karakterleri taklit
ederek kendi deneyimlerine uyarlamışlar. Oyuncular prova dönemi boyunca,
deneyimi kişiselleştirmek için seks yapmamışlar.’’ (Case, 2010, s. 156) Böylece ‘‘Koalisyon Tiyatrosu’’nun kendi içinde yalnız kişisel deneyimlerini
feminist eleştirel bir yaklaşımla temsil etme çabasını görüyoruz. Bunu yaparken kendi
içinde; Asya Amerikalılar, Chıcanalar,
Yerli Amerikalılar ve siyah kadınlar gibi çeşitli etnik kimlikleri barındırarak
feminist politikalar doğrultusunda işbirliğine gidiyor. Bu durumu gerçekleştirirken,
yapılan her kadın tiyatrosunun, kadın eli değen her tiyatral gösterinin ve
yorumlamanın ‘‘Feminist Tiyatro’’ olamayacağınıda belirtmek gerekiyor. O
halde bir şeyin feminist tiyatro olabilmesi ve gerçekleşebilmesi
için neler gereklidir? sorusunun cevabını;
‘‘Bir çalışma, kendi başına çok değerli olmakla birlikte, sadece kadın
oyun kişilerine odaklanmış ve bunlar üzerinden çıkarımlar yapıyor diye feminist
tiyatro çalışması, toplumsal cinsiyet çözümlemesi
sayılmaz. Bir kadın yazara ve yapıtlarına odaklanan çözümleme […] feminist
metodolojiye dayanmıyorsa, toplumsal cinsiyet kalıp yargılarını yeniden üreterek
açıklamalar yapıyorsa, bu tür çalışmalarıda feminist tiyatro çalışması
ya da cinsiyet çözümlemesi başlığı altına yerleştiremeyiz. Feminizmin amacı,
cinsiyete dayalı her tür ayrımcılığı, ikincilleştirmeyi, hak
eşitsizliğini ortaya çıkarmak, bu bağlamda tartışma açmak,
bu tartışmalar ışığında şimdiye ve geleceğe yönelik eşitlikçi
politikalar ve eylemler üretmek ve desteklemektir. Bir çalışmada
toplumsal cinsiyete dayalı roller ve bunların bireyin varoluşunda kurduğu baskılar
olumlanıyorsa, kuşkusuz o çalışma feminist tiyatro çalışması
olamaz, kadın karakterler ya da kadın yazarlar, çalışmanın öznesi bile olsa…’’ (Belkıs, 2015, s. 171) diyerek verebiliriz.
SONUÇ
Görüldüğü
üzere kadın, üzerine yüklenen anlam her ne olursa olsun, kendi içindeki
kadınsal işbirliği ile erkek egemen bir dünyanın
içinde, eril iktidarın tersine güçlüklerin
üzerinden gelerek evrimleştiğini görüyoruz. Her alanda erkeğin baskısına, kadının
kalkanı ile direnmesi, düzenin sarsılmaz gidişatına büyük bir darbe olmuştur.
Kadını küçük alanlara sıkıştıran zihniyetin sarsılmaz iktidarının yavaş yavaş
çökmesi, kadının kendi kimliğini kazanma çabası ile gereken değerini görecektir.
Kadının kimlik bunalımı; erkeğin avlayıcı, kadının ev işi pozisyonu, son bulduğu vakit son
bulacaktır. Zira kadın, ona unutturulan gücünün ataerkil tarafından saklandığı bir
toplumda, Pandora’nın kutusunu açtığı zaman, erkin zayıf kimliğinin kadının
saklanmış gücü karşısında yapabilecek hiç bir şeyi olmadığı anlaşılacaktır.
Erkeğin kurduğu bu saltanatta her alan yeniden yıkılıp tekrardan feminist eleştirel
bir gözle inşa edilecektir. Tiyatro bu inşa sürecinde kendi içinde
kurduğu feminist kurallarla çerçevesini çizmiş ve yoluna hızlı bir şekilde geçmişin
içselleştirdiği her yapıyı yıkarak ilerlemeye
devam etmiştir.
Kadının geçmişten
itibaren her bakımdan erkek tarafından ele alınması, erkek tarafından ele alınan
ve gösterilen kadının imajı, kadını olduğu
şeyin dışına çıkartmıştır. Eril zihniyetin oluşturduğu bu
baskıcı alan erkeğin görmek istediği şekilde anlamlar yüklemesine, kadının ise
toplumsal baskı ile istemeden de olsa olmadığı şeyi içselleştirmesine
neden oldu. Böylece Ataerkil zihin ortak bir kabullü toplumsal algıya dönüştürdü
ve öyle düşünmemize sebep oldu. Kadının bu alandan kurtuluşu, ortak kabulün
zorunda bıraktığı erkek zihni ile imajını, içselleştirdiği yerden söküp atmak ve bu
durumda doğacak genel kurallara olan başkaldırıyı yılmadan sürdürmek, içselleştirdiği
alanın dışına çıkarak kendi kimlik yaratımı ile toplumsal cinsiyetin baskısını
çöpe attığında kendi özgürlüğünü elde etmiş olacaktır.
KAYNAKÇA
Kaynak
kitaplar:
[1] Belkıs, Özlem, (2015), Feminist Tiyatro, İstanbul:
Mitos Boyut Yayınları
[2]
Berktay, Fatmagül, (2013), Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları, Eskişehir:Anadolu Üniversitesi
Yayınları
[3]
Case, Sue-Ellen, (2010), Feminizm ve Tiyatro, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi
[4]
Cogito, (2015), Feminizm, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları
[5]
Cogito, (2005), Şiddet, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları
[6]
Gouma, Thalia - Mathews, Patricia, (2014), Sanat ve Cinsiyet (Sanat Tarihi ve
Feminist Eleştiri), İstanbul: İletişim Yayınları
[7]
Kutsal Kitap, (2001), Kutsal kitap. İstanbul: Kitabı Mukaddes Şirketi
[8] Mıchel, Andree, Feminizm, İstanbul: İletişim
Yayınları
[9]
Mimesis, (2006), Feminist Tiyatro Özel Sayısı, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi
[10] Notz, Gisela,
(2012), Feminizm, İstanbul: Phoenix Yayınevi
[11]
Osmanağaoğlu, Hülya, (2015), Feminizmin Kitabı, İstanbul: Kolektif Yayınları
[12]
Walters, Margaret, (2009), Feminizm, İstanbul: Dost Kitabevi Yayınları
İntermet
kaynakları:
Hiç yorum yok
Yorum Gönder