‘‘Ben yasal kurallara anlamlı oldukları sürece tam olarak uyarım
ama aşılmışlarsa ya da anlamsızlarsa onlarla mücadele ederim’’
William Reich
Geçmiş zamanlardaki bilgi, çok zor bulunan ve etrafına iletişim araçları ile
yayılmasının kolay olmadığı, günümüz dünyasının gerisindeydi. Bu nedenle
insan mühendisine duyulan ihtiyaç iki katıydı. Bir çocuk, bilgiye duyulan
insan mühendisine duyulan ihtiyaç iki katıydı. Bir çocuk, bilgiye duyulan
açlığını gidermeye çalışırken, yalnız başına nefes alamaz, mutlak bir bilene
danışıp, uzun bir eğitimin ardından kendi yolunu çizmeye çalışırdı.
Bu zamandilimindeki uzman sayısı, hem bilgi ve beceri anlamında yeterli düzeyde
Bu zamandilimindeki uzman sayısı, hem bilgi ve beceri anlamında yeterli düzeyde
hemde nadir bulunan kimselerdi. Günümüzde ise; insan mühendisi sayısı
arttığı gibi, bilgi düzeyi ve beceriksiz eğitim anlayışı da baş gösterdi. Bunun en
büyük sebebi; eğitimin parasal bir değere karışmasıydı. Bununa benzer, gerek
şehrin kalkınması, gerek eğitim endüstrisinin kazanması gibi bir çok parasal
değer içerikli düzlemi, sayabiliriz.
Zaman; bilgiyi daha geniş bir alana yaymakla birlikte bu değerli bilgiyi
parasal bir yatırım aracına dönüştürdü. Yeni dünya da, her şeyin alınıp satıldığı
bilgi, yüksek fiyatlara alıcı buluyor ve liyakat ile makam elde ediliyordu. Eğitim
hakkı; eşitlik söylemleri ile çarpıtılmış bilinç sağlanıyor, verilen eğitimin okuluna
göre fiyat biçiliyordu. Peki okulların koyun sürüsü gibi etrafa yayıldığı
çevremizde, gerekli olan bilgi akışını sağlandığı doğru mudur? Bu okullardaki
her insan mühendisinin kendi sınırlarını aşmak yerine, yaptığı tek şey;
oturduğu makamın zevkini çıkartması ve öğretmek yerine sayılara bağlı cezai
yöntem uygulamasıdır. Sanırım sorunun cevabını vermiş bulunmaktayız.
Böylelikle, bu sistem ilkokuldan başlayıp günümüz üniversitelerini kapsayan
aynı manzarayı içermektedir.
Bizlere ezberci sistemi öğretip sonra kendi öğrettiğine not veren bir yapı,
taşlanması gerekirken halen daha devam eder niteliktedir. Bu sistemin kobayı
olan öğrenciler ise ‘’eti senin kemiği benim’’ mantalitesi ile devam ettikleri için,
öğretene saygıdan ziyade huşu ile bakarak boyun eğerler. Öğrenciyi
aşağılayan ve özgüvenini kıran bu yapı ile ancak otodidakt (Öz eğitimcilik)
sistemi ile başa çıkmak mümkündür. Günümüz dünyasını küresel köy diye
nitelendiren Kanada’lı yazar Marshall Mcluhan, elektronik iletişimin
yaygınlaşmasıyla birlikte, dünyanın küçük bir topluluk olacağına inanmıştı. Bu
yüzden bilgiye çok kolay kavuşulan bu durumda, canlı bir öğreticiye ihtiyaç
duyulmaması olasıdır. Üstelik bu zengin içerikli, sosyal ağların olmadığı
dönemde öz eğitim yolu ile bir çok bilgin yetişmiştir. Örneğin: Albert Einstein,
George Bernard Shaw, Karl Popper, Friedrich Nietzsche bunlardan yalnızca
bir kaçıdır. Bilgi istenildiği zaman asla engel tanımaz. Hiç değilse özgüveni
kıran bir sistemden ziyade yalnız başına kendi ayaklarının üzerinde
durabileceğin bir yapı, akla ve duygulara daha iyi hizmet eder.
Öğrenciyi kopyala yapıştır ile suçlayan ama kendini elitist bir alanın içine
hapseden bu öğretim kadrosu, her okul düzeyinde aynıdır. Öğretme
duygusunun verdiği tevazuyu içten içe boğan ve kendine tevazu görünümlü
bilmiş kisvesi takan insan mühendisinin, ilk başta kendi muhafazakar oyun
alanından çıkması gerekir. Sartre’nin dediği gibi ‘’insan arkadaşlarına kendini
nasıl göstermek istiyorsa aynada da kendini öyle görür, fakat arkadaşsız bir
insan gerçeklerle ancak o zaman başa çıkar. Yalnız o zaman kendini görür.’’ Bu
nedenle çevrenin öğretmene yüklediği şişkin misyon, öğreticinin de kendini
dev aynasında görmesine neden olur. Öğrenme aşaması, öğretmen eşliğinde
gerçekleşebilecek bir ‘şey’ olması, geçmişin tozlu sayfalarında kalmıştır.
Kişiyi kağıt parçasının peşine sürükleyen ama içi boş bir karneyi eline
tutuşturan girdabı da unutmamak gerekir. Bu içi boş yapıda ancak kopya
çekerek, umursamayarak gitmek, zaman içinde bazı öğrencilerin bulduğu, ne
yazıkki en doğru yürüyüştür. İyi ile kötünün ayrımının yapılmadığı bu düzen de,
yolunu herkesin kullandığı alana çevirmek, yaşamak için uyum sağla görüşüne
benzer.
Bilirkişi (öğretmen) kadrosunun kendi yarattığı bu düzende, yarattıkları yolu
not ile değerlendirmesi, aslında kendilerine yapılmış değerlendirmedir. Ne
yazıkki hiç biri bu derslerden geçememiştir. Öğrenciye kendini aşma önceliği
tanımadan, kendi beğenisine işaret eden işleri tercih etmek, muhafaza edilmiş
bir yolun eseridir. Tek taraflı olmamayı öğreten sistemde, tek tip insan
yetiştirmek büyük ve ağır bir çelişki olsa gerek. Öğrencinin öğretenden
beklediği; bilgi dağarcığını genişletmek, ilerleyen aşamalara ve mesleki
deneyime hazırlamaktır. Fakat öğreten, öğrenciyi gayesine giden yolda teşvik
etmek yerine, sayılara dayalı değerlendirmeler ağı ile kaygılar içine hapis eder.
Artık öğrenci not için savaşan içi boş kuklaya dönüşür. Kaygı, artık
başaracaklarına değil verilecek nota dayalı kaygıdır. Öğrenciyi bu duruma
düşürüp sonra hesap soran bu engel tanımaz notlama sistemi, kişiyi özgüven
kaybına ve apatiye sürükler.
Başından beri duygularla gelişip harflere düşen bu düşünceler, formal
eğitime karşı bir duruştur. Formal eğitimin hiçte sanıldığı gibi planlı, programlı,
kontrollü eğitimden ziyade, çocuk pornosundan daha ağır etkilere sahip
olduğunu gösterir. Öğrencinin okul yıllarının başından beri yaşadığı bu
bunalımlı süreç, bir porno yıldızının küçük bir çocuğa dokunmasından daha
şiddetli travmaya sebep olur. E. Durkheim’in ahlak timsali öğretmeni, şimdi
fildişi kuleden bakan tanrı mertebesine erişmiştir. Artık öğretmen, ahlak ve
tanrı kavramları ile bağdaşmıştır. İlk önce; öğrencinin aşağıdan bakıp tanrısını
görme yanılgısını aşması için hayır demesi ve karşısındakini sarsması gerekir.
Eğer bu öğrenme süreci topluma katkı sağlamayacak nitelikte ise; topluluğun
dışında hareket etmek en doğru duruştur.. Çünkü zaman ve kurumlar bizi
kolektif homojenliğe iter ve bunun en doğru ve güçlü yaşam şekli olduğunu
kabul ettirmeye çalışır. Sürüyü terketmek ve çölde ki arayış korkutucu olsa
bile, size yalan değil, gerçeği sunar. Bu gerçek seni tek tip olmaktan,
başkalarının beğeni düzeyinden, korur ve var olanı kırmaya iter.
Hazal Altıntaş
Hiç yorum yok
Yorum Gönder